DEPREM MAĞDURLARININ TÜRK HUKUK SİSTEMİNDE GÜVENCE ALTINA ALINAN HAKLARINA GÜNCEL YÜKSEK MAHKEME KARARLARI IŞIĞINDA BAKIŞIMIZ.
Merhaba sevgili okurlarımız, bir önceki yazımızda coğrafyamızın bir gerçeği olan deprem ile yaşayabilmekte gösterdiğimiz yetersizliğin yarattığı sosyo-ekonomik ve kültürel etkilerinden bahsetmeye çalışmıştık. Maalesef bilimin gerekliliğini yerine getirmeyip gerek şehir planlamamızı gerek se imar ve deprem yönetmeliğine uygun hareket edilmemesi neticesinde belirli periyodlar halinde yaşadığımız depremlerden çok büyük bir can kaybı ve maddi-manevi zararlara uğramış bulunmaktayız. Bu korkunç felaketin can yakıcı sonuçlarının gerçekleşmesinde kusuru ve /veya ihmalleri bulunan kurum – kuruluş ya da şahıslara uygulanacak yaptırımların elbette canlarını kaybeden yurttaşlarımızın, maddi manevi zarara uğrayan hemşerilerimizin yaşadıkları tarifi imkansız acılarını ortadan kaldırmayacağı bir gerçeklik olmasına rağmen yaşanılanların yeni bir milat için toplum olarak bilinçlenmemizi sağlamada hayati önem arz edeceği açık ve nettir. Böylelikle bu yanlışlara tekrar düşülmemesi için verilecek hukuk mücadelesi ve yargının sorumlular hakkında vereceği kararların tarihi öneme sahip olacağı maddi bir gerçekliktir. Mağdurların hak arama özgürlüğü çerçevesinde adli makamlara yapacakları başvurularında gerek uluslararası hukukun güvence altına aldığı gerekse iç hukuk sistemimizin en temel haklardan yaşama, barınma, mülkiyet ve güvenlik hakkı olmak üzere anayasamızca güvence altına alınan hakların özüne zarar veren sonuçlar doğuran depremde sorumluların hukuki, idari ve cezai yönden yargılanması açısından etkin, adil , hakkaniyete uygun ve sorumlular açısından caydırıcı sonuçlar doğuracak kararlara imza atmasını beklediğimiz yargı erkinebüyük görev düşmektedir. Bu ayki yazımızda adli yargı yönünden mağdurların sorumlulardan hangi yöntemlerde hangi taleplerde bulunabileceğini bu talepleri değerlendirecek adli yargı nın gerek hukuki düzenleme gerekse Yargıtayın içtihatları doğrultusunda nasıl bir yargılama sürecini işleteceği konusunda değerlendirmelerim olacaktır. Öncelikle en temel hak olarak güvence altına alınan yaşama hakkının elinden alındığı yaşamını yitiren yurttaşlarımızın mirasçılarının açacağı hukuk davalarında, Türk Borçlar Kanunu 49. Madde de düzenlenmiş olan Haksız Fiil Sorumluluğuna göre yargılama olacaktır. Söz konusu yargılamada Hukuka aykırı bir fiilin bulunması, zararın oluşması, kusurun varlığı, uygun illiyet bağının oluşup oluşmadığına bakılacaktır. Vefat gerçekleştiğinden yakınları maddi zararları (onarılması gereken yapılarda değer kaybı, yıkılan binalarda gerçek zararın talebi söz konusu olacağı gibi vefat gerçekleştiğinden destekten yoksun kalma tazminatı ve ekonomik geleceğin sarsılmasından kaynaklı zararlar) yanında manevi zararlarını da talep edebilecektir. Bu arada en önemli konu haksız fiilden kaynaklı talep edilecek maddi ve manevi zararların talep edilebilmesinde zamanaşımı süresidir. Burada kanuni düzenlememiz şu şekildedir; zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren başlayarak iki yılın ve herhalde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrayacağıdır. Yüksek mahkeme on yıllık zamanaşımının başlangıç süresini zarar yapının kötü yapıldığı tarihte değil depremle birlikte doğduğu için amaca uygun yorumla on yıllık sürenin deprem tarihinde işlemeye başlayacağını kabul ederek çok yerinde bir kararla yerel mahkemelerin değerlendirmede hataya düşmesinin önüne geçmiştir. Kaldı ki; bu zararın oluşumunda sorumlulukları olanların ceza-i yargılamaya konu fiilleri için öngörülen zamanaşımları daha uzun süreleri kapsadığında hukuk mahkemeleri bu süreleri dikkate almak durumunda olduğundan zamanaşımı süreleri daha üst sınırlara tabi olmaktadır. Bu davalarda davalı yüklenici, projelendiren mimar, denetleyen mimar veya mühendis, yapı denetim firması ya da yapı sahibi ise açılacak dava da görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemeleri olup yetki açısından ya davalıların bulunduğu yerleşim yerinde ya depremin gerçekleştiği yer ya da davacıların yerleşim yerindeki mahkemeler yetkilidirler. Yazımıza son vermeden önce güncel birçok ihtilafa neden olan Depremin Kira Sözleşmesine Etkisinden de bahsedip size bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle veda etmek isterim. Birinci olasılıkta Kira Konusu Taşınmaz depremde kullanılamaz hale gelmişse, kira sözleşmesi sona ermiş kabul edilir çünkü kiralananın kullanıma elverişli bulundurulması imkansızlaşmıştır. Böylelikle bir kira talebinde bulunulamaz. İkinci olasılıkta Depremde yaşanılan korku yüzünden bölgeden ayrılmak isteyen kiracılar bakımından kira sözleşmesi devam ettiğinden normal şartlarda kiralananın sözleşmenin bitiminden önce teslim edilmesi durumunda kiralananın benzer koşullarda kiraya verilebileceği makul süre zarfında kira borcu devam edecektir. Üçüncü olasılık olarak da kiralananın depremde yıkılması veya hasara uğraması sebebiyle kiracının şahsının veya mallarının gördüğü zararlardan kiraya verenin sorumlu olup olmayacağıdır. Bu durumda normal şartlarda kiraya verenin sorumluluğu bulunmamakla birlikte istinai hallerde taşınmazın depreme dayanıklı olmaması / ilgili mevzuata aykırı inşa edilmesi “ayıp“ olarak nitelendirilip kiraya veren ayıbın yol açtığı zarardan kusuru varsa sorumlu tutulur. Buna göre kiraya verenin taşınmazın oturmaya elverişli olmadığını bildiği, hakkında kamu otoriteleri tarafından yıkım ve güçlendirme kararı alınmış olan taşınmazını bu durumu bilerek kiraya verdiği hallerde, kiraya verenin sorumluluğuna gidilebilinir. Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın…